"Batı bilerek ya da bilmeyerek soykırımın işbirlikçisi haline geldi"

Nereye Doğru
-
Aa
+
a
a
a

Nereye Doğru’da Cengiz Aktar’ın gündeminde, 6 Şubat depremleri, Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nın (UNWRA) kuruluş hikâyesi, Almanya’daki STRIKE GERMANY girişimi ve Suudi Arabistan’ın İsrail için yaptığı son açıklama yer alıyor.

""

Cengiz Aktar, Nereye Doğru’ya geçen yıl yaşanan 6 Şubat depremleri nedeniyle haykırış, isyan ve itiraz dolu pek çok yürüyüşün yapıldığını söyleyerek başladı. “Çarpıcı olan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum’un depremde ölenlerin sayısını 130 bin olarak vermesiydi,” diyen Aktar’a Ömer Madra, Murat Kurum’un sonradan, “Bundan önceki tüm depremlerle ilgili toplam sayıyı verdim,” dediğini ve bu rakamı düzelttiğini belirtti. Aktar ise 1999 depremi sonrası verilen rakamların da yanlış olduğunu hatırlattı ve “Bu felaketi unutmamak önemli,” dedi.



Dün ve bugün gerçekleşen anmalarda tüm dünyada bu depremin ‘Türkiye ve Suriye depremi’ diye geçmesine rağmen, Türkiye’de sadece Türkiye depremi olarak geçmesinin dikkat çekici olduğunu hatırlatan Cengiz Aktar’a Ömer Madra da, Suriye’de sekiz binden fazla insanın öldüğünü, yerinden yurdundan olduğunu, sadece çadırdan başka kalacak yerlerinin olmadığını ve pek çok Suriyeli depremzede ile yapılan görüşmeleri yayınlayarak bu konuya değinmeye çalıştıklarını belirtti. Aktar ise zaten 2011’den beri Suriye iç savaşına bir sürü yabancı ülkenin de dahil olduğunu ve savaşın hala devam ettiğini söyleyerek Filistin savaşı gündemine geçti.



Cengiz Aktar, “1948 - 1949’da kurularak çalışmaya başlayan Filistinlilere yardım eden Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNWRA) ile dünyadaki diğer tüm mültecilerle ilgilenen Mülteciler Yüksek Komiserliği arasındaki farktan geçen hafta söz etmiştim. Bununla ilgili bazı dinleyicilerimizden bu konuyu biraz daha açmamı isteyen bir talep geldi,” açıklamasını yaparken, sözlerine şu şekilde devam etti, “Neden iki tane ajans? Çünkü her ikisinin de kurucu babası Uluslararası Mülteci Örgütü yani International Refugee Organization (IRO). Cevap şöyle; 1946’da II. Dünya Savaşı esnasında özellikle Avrupa’da canlarını kurtarmak için kaçan Avrupalı Yahudilere bütün ülkeler kapılarını kapatıyor. Savaş biter bitmez önde gelen Avrupalı Yahudiler, meşhur yazar ve hukukçu Albert Cohen’in de içinde bulunduğu bir yazıcı heyet, bütün mülteci haklarını barındıran Cenevre Sözleşmesi’ni yazmaya başlıyorlar. Bugünkü Uluslararası mülteci hukukunun mimarları 1946’dan itibaren mahvolmuş olan Avrupa Yahudileri.” Aktar, “Yalnız bütün bu sistemi kurarlarken, yazıcı heyet ısrarla dünyadaki mülteci durumları ve halleriyle Filistin’deki mültecilik halini ayırmak istiyor. Çünkü mülteci haklarından en önemlilerinden biri geri dönüş hakkıdır yani mültecilik hali sona erdiğinde gönüllü geri dönüş yani voluntary repatriation gerçekleşir,” dedi ve şöyle devam etti, “Diğer bir ülkede sığınma almış olan bir mülteci, ülkesine geri dönme hakkına sahiptir. Bunun üzerinde durulmasının nedeni ise, ülkelerini terk etmek zorunda kalmış olan Yahudilerin ülkelerine geri dönme haklarıdır. Fakat aynı hak, o sıralarda üzerinde çalışılan Filistin - İsrail projesinde geçerli olmasın diye farklı bir ajans kuruluyor çünkü Filistinlilerin de kovuldukları yerlere geri dönme hakları olacak ve bunu da istemedikleri için UNWRA’yı ayrı bir kuruluş olarak telakki ediyorlar ve bu kuruluş mültecilere bakıyor. Ama ‘o mültecilerin ülkelerine, kovuldukları yerlere geri dönme hakları yoktur’ demeye getiriyorlar.”

Ömer Madra, İsrail’in ihbarıyla 15 - 16 ülkenin UNWRA’ya desteklerini kesmesi nedeniyle ajansın durumunun şu anda büyük bir tehlike altında olduğunu ve yeni bir saldırının da beklendiğini belirtirken, Cengiz Aktar ise UNWRA’nın merkezi Viyana’dan yapılan açıklamasında Mart ayında ajansın çalışamaz halde olabileceğinin söylendiğini ve sadece İrlanda, Portekiz, İspanya gibi birkaç ülkenin elinden geleni yapmaya çalıştığını ama tabii çok yetersiz kaldıklarını dile getirdi. Özdeş Özbay da Katar’ın ekstra destek verdiğini ama 16 kadar ülkenin fonlarını durdurduğunu yineledi.

“Küçücük ülkeler var, bir de ABD. ABD’nin katkısı 260 milyon dolar kadar. Büyük bir açık var ve Viyana’dan gelen alarm zilleri Mart’a kadar dayanabileceklerini söylüyor. UNWRA, İsrail’in ‘Ah, olmasa ne iyi olur’ dediği bir BM kuruluşu aslında. Geriye dönüş hakkı Filistinlilerin ama oraya dönen Avrupalı Yahudiler. Baştan itibaren bir anormallik var zaten,” açıklamasında bulunan Cengiz Aktar, sözlerine şu şekilde devam etti, “Filistin’de sadece Gazze değil, altı milyon insandan bahsediyoruz, onu da unutmamak lazım. Suriye, Lübnan, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’deki Filistinlilerin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde çalışan bir kuruluş UNWRA. Başında İsviçreli diplomat Philippe Lazzarini var ve kendi ülkesini bile UNWRA desteğini kesmemesi için ikna edemedi.” Özdeş Özbay ise, “Channel 4, Pazartesi günü dosyayı ele geçirmiş. Bomboş, altı sayfalık dosyada, 190 UNWRA çalışanının Hamas veya Filistin İslami Cihat Örgütü ile ilişkisi olduğunu ve sadece ‘İstihbaratımızda böyle bir bilgi var’ diyerek dile getiriyorlar. Mesela ‘7 Ekim saldırısında 12 kişi yer aldı’ diyor ama sadece ‘Bizde böyle bir bilgi var’ deniyor, 12 kişinin adı bile yok,” diye belirtirken, Ömer Madra da bunun büyük bir skandal olduğunu, Batı ülkelerinin ve özellikle Cenevre Sözleşmesi’nin vatanı olan, savaş hukuku, uluslararası insaniyet hukukunun hepsinin kaleme alındığı İsviçre’nin bu konuda hiç ses çıkarmadığını söyledi.



Cengiz Aktar, “7 Ekim’den bu yana Filistin - İsrail savaşı başlayalı dört ay geçti. Soykırım şöyle bir dönüşüm yaşadı; Batı bilerek ya da bilmeyerek soykırımın işbirlikçisi haline geldi. Bu açık açık söyleniyor,” diye belirtirken, Ömer Madra da soykırım sözleşmesinde ‘Buna ses çıkartmayanlar da suç ortağıdır’ denildiğini hatırlattı. “Uluslararası Adalet Divanı’nda şu sırada hazırlanmakta olan, savaş suçlarıyla ilgili ikinci bir karar geliyor. Mahkeme başkanlığı Amerikalı Joan Donoghue’dan Müslüman Lübnanlı Nawaf Salam’a geçti. Mahkemenin aldığı bütün kararlara tek tek itiraz eden Ugandalı Yargıç Julia Sebutinde ise Uluslararası Adalet Divanı Başkan Yardımcısı oldu,” diye aktarırken, Özdeş Özbay, Uluslararası Adalet Divanı’nın gereken tedbirleri aldığına dair İsrail’e bir ay süre verdiğini ve şu an İsrail’in iki haftası kaldığını, kanıt göstermesinin beklendiğini belirtti. Ömer Madra ise İsrail televizyonlarında, bizzat Başbakanın ve savunma bakanının sözleriyle topyekun yeni saldırı planlarının hazırlandığını aktardı. Aktar da “Devam ediyorlar çünkü İrlanda, Belçika, Slovenya, İspanya, Portekiz harici sponsorları ya da işbirlikçileri diyebileceğimiz Batı ülkelerinin çoğu, silah ihraç etmeye ve yapılan tüm girişimleri, siyasi olmasa da - kültürel girişimleri baltalamaya devam ediyorlar. Muazzam bir sansür var, Batı basını tamamen sınıfta kalmış durumda, kimseyi konuşturmuyorlar. Festivallerde öngörülmüş olan ve Filistin meselesine duyarlı olabileceğini düşündükleri sanatçıları dahi baştan boykot ediyorlar,” dedi ve ekledi, “İş bu raddeye geldi ve yeni bir girişim Almanya’dan geliyor.”



“STRIKE GERMANY, sanatçıların başlattığı bir girişim. Orada muazzam bir sansür uygulandı. 7 Ekim sonrası Frankfurt Kitap Fuarı münasebetiyle ödül almak üzere olan Filistinli bir yazarı, ‘istenmeyen insan’ yani ‘persona non grata’ ilan ettiler,” diye belirten Cengiz Aktar’a Özdeş Özbay da Almanya’da Hannah Arendt Ödülü’nün verilmesinde de sorun çıktığını ve Roger Waters’ın konserlerinin iptal edildiğini hatırlattı. Aktar sözlerine şöyle devam etti, “Sanatçıların başlattığı yeni bir girişim bu STRIKE GERMANY ve Türkiye’den de Banu Cennetoğlu katıldı bu girişime. Almanya, İsrail destekçiliği konusunda herhalde Nazi geçmişi ile bağlantılı olarak başı çekiyor. Her gün Doğu Almanya’dan çıkan Almanya’nın Nazi partisi, Almanya için Alternatif Parti’ye (AfD) karşı yürüyüş oluyor. Doğu Almanya’da Nazi geçmişiyle yüzleşilmedi ve oradan tekrar filizlendi. Almanya’nın ya birinci ya da ikinci partisi, AfD ve Alman solu, Almanya liberalleri, antifaşistleri AfD’e karşı sürekli sokaklarda, yasaklanmasını istiyorlar. Tüm bu yapılan antifaşist yürüyüşler içinde kimse de Arap ya da Müslüman düşmanlığını dile getirmiyor, farkında bile değiller. Dünyadaki antifaşist kavganın Arap, Müslüman ve üçüncü dünya düşmanlığından geçtiğinin, bunlardan bahsetmeden antifaşist kavga yapılamayacağının hiç farkında bile değiller. Almanlar, hala 1930’ları yürüyorlar.”

Ömer Madra, Cengiz Aktar’ın son sözlerine, “STRIKE GERMANY, tepetaklak olmuş dünyanın iyi örneği yine de,” diyerek Alman yazar, felsefeci Peter Kuras’ın son günlerde çıkan çok ilginç bir yazısından şu alıntıyı yaptı, “Almanya’da çiftçilerin traktörlerle yolları kapatması sonucu oluşan kaos, Neo Naziler ve ekonomide durgunluk gibi sorunlar var. Almanya, bütün beynini kaybetti. İsrail’i eleştiren Yahudiler, Berlin polisi tarafından antisemitik konuşmalar yaptıkları gerekçesiyle tutuklanıyor. Bu Franz Kafka’ya uygun düşecek bir şakadır. Ünlü filozof Theodor W. Adorno bir zamanlar, ‘Öylesine korkunçluklar oluyor ki savunulamayacak şeylere normal bir akıl yürütmek, ahlaki bir itiraz etmek bile uygun düşmez’ demişti. Şimdi Almanya o duruma düştü.” Aktar da bunu ‘Minima Moralia’ diye belirtirken, Özdeş Özbay, Peter Kuras’ın kitabının adının da Akıl Tutulması olduğunu hatırlattı.



Cengiz Aktar’ın diğer gündem konusu Tarık Haddad oldu ve “Tarık Haddad’ın Democracy Now! programına verdiği demeci unutmamak lazım. Tarık Haddad, Amerikalı, Filistin kökenli bir kalp doktoru. Yakın, uzak ailesinden yaklaşık 100 kişiyi kaybetmiş. Olabildiğince sakin bir şekilde ailesinden ölenleri sayıyor. Mülakatın nedeni, Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Tarık Haddad’ı Gazze meselesiyle ilgili görüşmeye davet etmesi ve Haddad’ın reddetmiş olması. Ölü çocuk resimleri yok, yıkılmış binalar yok ve Haddad ne olduğunu sakince anlatıyor,” dedi. Ömer Madra, “Ailesinden kaybettiği çocuklardan Sandro Botticelli tablolarını bile kıskandıracak güzellikte küçücük, altı yaşındaki kız çocuğunun fotoğrafları var,” diye eklerken, Aktar ise, “İsrail devletinin başlattığı bu soykırımın artçıları, dünyanın en azından ahlaki olarak sonunu işaret ediyor. Bunun altından kalkmak hiç kolay olmayacak,” diye görüşlerini belirtti. Madra, Tarık Haddad’ın ailesinde kaybettiklerinin içinde doktor, eczacı, mühendis gibi birçok meslekten çok sayıda kişinin ve küçücük bebeklerin olduğunu belirtti ve Aktar da, “İsrail için hepsi Hamas!” diye belirtti.

Cengiz Aktar, son olarak Suudi Arabistan’dan önemli bir açıklama geldiğini söyledi. Aktar, “İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında yumuşama başlamıştı, İbrahim Anlaşmaları vardı. Biden buna sahip çıktı ve sürdürdü. Ama şimdi Suudi Arabistan, ‘İsrail’le olan her türlü yumuşama, yakınlaşma, tanımanın olmazsa olmaz şartı, bütün dünyaca tanınacak olan, 1967 sınırlarındaki Filistin Devletinin kurulmasıdır’ açıklamasını yaptı. Bakalım ne olacak?” diyerek gündemini tamamladı.